Yazılanlar
- İlkiz Kucur'da İçe Dönük Söylemler, Hasan Efe
- Cumhuriyet Kitap, Elmas İmgeler, Kadınsı Duyarlılıklar
- Eleştirmenin Arzusu, Hüseyin Cöntürk
- Can Yücel Niye Küfreder, Metin Celâl
- Enheduanna 'nın Kız Kardeşleri, Aydın Afacan
- Ama Ben İlkizim, NazlıYıldırım
- 2005 Şiirinde Dikine İnişler, Hüseyin Peker
- Oturtma, Çetin Altan
İLKİZ KUCUR’DA İÇE DÖNÜK SÖYLEMLER, HASAN EFE
Şiirlerdeki bu oluşuma, uzun bir süreçle gelindiği söylenebilir. Yaklaşık otuz yıllık bir şiir birikimi olan şair, bir dönem yazından uzak kalmış, ama ilk şiirlerindeki sıkılığından uzaklaşmamıştır.
Yazılı Kâğıt Yayınları'nda ikinci baskı olarak toplanan bütün şiirler (son dönem eklenen şiirlerle birlikte) "Ama Ben İlkizim" adıyla tekrar buluşur okurla. Beş bölümdür kitap.
Dördüncü bölümü de düzyazı şiirdir.
Yapıt bütünüyle ele alındığında 4. bölüm, tüm şiirlerdeki art ve alt anlamlan, yer yer de ortak imgelerin ip uçlarını ortaya koyar kendi içinde. Ama kolay açımsallığı ardıllar. Böyle olmasına karşın yine de ortak noktalar göz ardı edilmez önceki çalışmalarıyla. Dize öbeklerindeki örülüş biçemlerinin bütünleyici özelliği gözen kaçmaz. Bu da şairi kendisi yapar.
Dördüncü bölüm her ne kadar düzyazı şiir olsa da okur, farklı okumayla Kucur 'un şiir poetikasından yola çıkarak o şiir cümlelerini, dizeler olarak yeni baştan kurabilir.
Bu bölüm aynı zamanda sıkı dokunan diğer bölümdeki dize örgülerinin bir toparlayıcısı olarak da düşünülebilir. İmgelerin anlanılaşmasıyla; gelişememiş, geliştirilmemiş bir toplumun içindeki küçük küçük isyan ateşlerinin, acımasızca bastırılmasıyla ortaya çıkan acılar öne çıkar. Bunun, şiir anlatıcısı üzerindeki etkisi bireyleşerek tekrar özneye döner. İlk şiirlerdeki içe dönük isyansal ses son dönemde şiir öznesinin bireyselliğinde varlığını gösterir.
Biraz daha açarsak; toplumsal sorunlar, gelişip değişerek bireysel sorunları kucaklar.
Bu, öznenin toplumsallıktan sıyrılıp "ben" e dönmesi, bir geri çekilme değil, gelişen toplumsal yapıdaki siyasal, ekonomik, sosyal… değişmelerin bireyi de etkilemesi olarak düşünülmelidir. Böylece' gelişen süreç özneyi biyolojik, fizyolojik ve ruhsal olarak da değişmiştir.
Yine dördüncü bölüme dönersek;
Şair, bölümün sonunda şu şiir cümleleriyle dikkatleri çekip yaşamsallığın farklılığını sezdirir okura.
‘ Yani acılı yaşamayı bilen yok insan. Yok inanlar metnine, kıyışız kalabalık..i’V. giren bir büyük kent yoksunu. Ama ben ilkizim. Yalnızlığını kalabalıklaştır bir ortaçağlı ’ (age, 64)
Kitabın birinci bölümünün adı “Ortaçağ Kentleri'nin Ders Notları" Dördüncü bölümün son şiir cümlesi ‘Yalnızlığını kalabalıklaştıran eski bir ortaçağlı’ dır . (Vurgular benim). Bundan bir önceki cümle, aynı zamanda kitap adı da olan “Ama Ben İlkizim” dir. Bu cümle, bir sıyrılma yani dışta kalmadır. Şair, bunu anıştırma ve tevriyeye başvurarak sorunlar ve yaşamın acımasızlığından kurtulunamayacağını; bir "Ortaçağ" uzamının burgacında var olmanın zorunluluğunu hissettirir. Diğer bir okumayla; her ne kadar modern ve ileri bir çağdaki kent/kentlerde! yaşasak bile ortaya çıkan yaşam belirtileri ve zihniyet ortaçağ kalıntılarından öteye geçememektedir. Bir başka deyişle mücadeleci bireylerin edimleri, geri kalmış düşüncelerle kuşatılmış ve bu düşüncedeki erkin acımasızlığı “kısa yolların kestiği umutlarda, günü de kurutmuş". Bu, kabul edilemez bir dur. Şair, böyle bir olamazlığı imleyerek, birçok yaşam biçimindeki coğrafyada öne çıkan sıkıntıların tepkisini ortaya koyar.
Bu sıkıntılar "ilk iz" ler olsa da; şair "ama" ilgeciyle metin örgüsü dışında kalmayı yeğler. Şiire doğrudan müdahale etmez, örgüden uzaklaşır. Böylece şiirler bütününde gizlenip farklı imgelerle ortaya konulan özne burada açığa çıkar "İlkiz" göstergesiyle, yani şairin kendi adıyla.
Yukarıda da dediğimiz gibi ele alman konuların art ve alt anlamları, yer yer de ortak imgeleri birer "ilk iz" lerdir. Yani öncesi yaşanmamış ilkler...
Bu genel değerlendirmelerden yola çıkarak İlkiz Kucur'un "Gün Kurudu şiirini birimlendirdikten sonra art ve alt anlamlarla kurulan metnin, öznedeki içe dönük sıkıştırılmış söylemlerinin “genel” den “ben” e geçişine bakalım.
- Birim.
Karanlık, kucağımda yüzü silinmiş bir çocuk gibi;
etekleri uzayıp giden bir geceyi sarıp sarmalamış
suskunluğuyla.
- Birim.
İç çekişlerinin gizli melodisi,
yanaklarından süzülürken dudak kıvrımlarına
koy uzaklardan bir şarkıyı,
yüreğimin tam ortasına.
- Birim.
Öfkeyi içinde sakla, yalnız bilsinler.
- Birim.
Nasılsa her pencerede bir acı parlar, gecenin tek tek topladığı
En yumuşak meltemlerin bile acıttığı ince tenler
kuruyup gider kırılgan ve saklı bir kadının çığlığında.
- Birim.
Ne sevişmektir ne de yara öylece kalır günler.
- Birim.
Söz, kendini unuttururken başlar yağmurlar,
kısa yolların kestiği umutlara
yazık!
- Birim.
... gün kurudu demiştin.
- Birim
… Oysa
gece, kucağımda uzun etekleriyle boylu boyunca
Birinci birimde ardıl özne ne/kim?
Karanlık'tır.
Bu özne şu özellikleri taşır;
a) Silik yüzlü bir çocuk gibidir,b) Uzun etekli geceyi sarıp sarmalanmış -bir kadındır-,
c) Suskundur -içe dönük-,
d) Dişil özne.
Bu birimin asıl öznesi olan "ben" de dişildir. Bunu "kucağımda" göstergesinin "-im" ekinden anlıyoruz, yani benim kucağım.
"Karanlık" bir çıkmaz, çaresizlik, zor ve sıkıntının imgesidir.
Bu açıklamadan sonra yukarıda sözünü ettiğimiz "öznedeki içe dönük sıkıştırılmış söylemleri" göstermek için son birime bakalım (8.birime); " .... Oysa / gece, kucağımda uzun etekleriyle boylu boyunca"
Metnin ilk ve son birimleri aynı imge ve söylemle başlayıp biter. Asıl söylenmek istenilenler de bu iki birim yani 1. birim ile 7. birim arasına getirilerek şiir örülür. "Ben" ile başlayıp geneli (karanlık) kapsayan söylem ise ara birimlerdedir. Bunlar: İkinci birim bir şarkı, üçüncü birim saklanan, bastırılan bir öfke, dördüncü birim kadın çığlığına; bu birimde (dördüncü) özne berkitilerek dişillik öne çıkarılır. Bu, şiir bütünlüğünde erkek egemen bir sisteme tepki olarak dize ve birimler arasına serpiştirilen bir söylemdir. Her ne kadar toplumsal tepki olsa da dişil olan asıl öznenin, toplumsallıktan bireyselliğe dönüşümündeki bir sesi olarak da okunmalıdır. Bir yerde öznenin yaşamsallığındaki çatışmaları ve isyanları şeklinde de ele alınmalıdır. Bu durum beşinci, altıncı birimlerdeki söylemlerde de hissedilir ve yedinci birimdeki "... gün kurudu demiştin." dizesiyle belirginleşir.
Bunu biraz daha açmak için şu soruyu yöneltelim.
"gün kurudu, diyen kim?"
Yanıt, "sen" İkinci tekil kişi!
Karanlıkla açılan söylem, toplumsal sezdirmelerden sonra bireyler üzerinden kişilere (ben-sen) döner. Böylece şiir, başlığıyla uyuşarak özneler çatışmasıyla "günü kurutur". Bu tepkisellik "sen" üzerine yıkılır.
Sonuç olarak şiirdeki içe dönük söylem önce; eril olan toplumsal erkten, bireysel erk olan (eril) "sen"e evrilir. Bu da dişilin bir tepkisidir.
Kurgusal örgüde, dördüncü birimdeki biçimsellik (içerik değil) diğer birimler gibi işlevsel olabilir miydi?
Bu nasıl sağlanır? derseniz, sözü şairine bırakalım.
Şiir yazmak beni aşar!
“Can Yücel niye küfreder?” | Metin Celâl
27 Mayıs 2012 - 02:30
Oturtma
Çetin Altan Şeytanın gör dediğic.altan@bnet.net.tr Tüm Yazıları » |
İstanbul’un nüfusu henüz 1 milyon bile değilken, Kumkapı’da Yorgo’nun meyhanesinde 2 ahbap çavuş oturmuşlar rakı içiyorlardı.
Boşaldıkça doldurulan rakı kadehleri...
* * *
Derken ahbap çavuşlardan biri:
- Ben kafayı buldum, dedi ve ayağa kalkarak hafif sallantılı bir yürüyüşle dışarı çıktı.
* * *
Biraz sonra da, sanki ayılmışçasına, hızlı adımlarla geri döndü.
Arkadaşı masada tek başına, bazen başını sol eline dayayarak hâlâ içiyordu.
* * *
Yeniden Yorgo’ya hızla dönen arkadaşı, yalnız bıraktığı dostunun masasına geldi:
- Akıl alacak gibi değil, dedi; demincek deniz kıyısına indiğimde senin boğulmuş cesedini gördüm denizde.
* * *
Masadaki:
- Saçmalama ulan, dedi; bana benzer birini görmüş olmalısın sen, zavallıyı kimse kurtarmaya kalkmamış mı?
* * *
Ayaktaki arkadaşı ısrar ediyordu:
- Anam avradım olsun sendin denizdeki boğulmuş kişi.
- Anlat bakalım nasıl bendim?
- Boyu tıpkı senin boyunda, çenesi seninki gibi azıcık köşeliydi, kafası da seninki gibi kabaktı.
- Boynunda kırmızı bir fular da var mıydı?
- Vardı, tıpkı seninki gibi...
- Ya meşin bir yeleği?
- Meşin yeleği de vardı, o boğulmuş ölü sendin sen...
- Ya ceketinin ön cebinde beyaz mendili?
- Ceketinin ön cebinde beyaz mendili de vardı.
- Ya peki ayakkabıları, onlarda mı benimkiler gibiydi?
- Tıpkı seninkiler gibiydi.
- Peki ayakkabılar; bağlı ayakkabılardan mıydılar, yoksa mokasen miydiler?
- Bağlı ayakkabılardandı onlar da...
- Gördün mü nasıl aldandığını; o boğulmuş ölü ben değildim, bak benim ayakkabılarım bağsız, mokasen...
* * *
Yıllar sonra her 2 ahbap çavuş da, değişik partilerden politikaya atılmış ve karşılıklı bir türlü bitmeyen bir polemiği girişmişlerdi.
Tıpkı Yorgo’nun meyhanesinde olduğu gibi...
* * *
Gelişmekte olan demokrasimizde, “lafına laf oturtma” çok benimsenmiş bir durum...
* * *
Mahalle kavgalarında da bıçkın geçinen kabadayılar övünürken:
- Bir tane kodum çenesine, kıç üstü oturttum, diyorlar.
* * *
“Oturtma”, aynı zamanda, genç kuşakların pek bilmediği; halka halka kesilmiş patates, patlıcan, kabak gibi sebzelerden bir çeşit kıymalı yemek...
* * *
Bendenizin çocukluğunda “oturtma”; ya mutfakta, ya bahçeye çıkarılmış “maltız”da pişirilirdi.
* * *
Osmanlı hayranı geçinen siyasetçilerimizin arasında bile; “maltız”ın, çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan ve içinde ızgarası bulunan, taşınabilir, ayaklı bir ocak olduğunu hatırlayanlar çok olmamalı.
* * *
Varsa bile, adının Malta adasından kökenlendiğini, bendeniz de yeni öğrendim.
* * *
Pazar’ın hatırına; politikayla hiç mi hiç, ama hiç ilgisi olmayan bir fıkra:
Psikiatr, hastasına soruyormuş:
- Çok uzun zamandan beri mi, kendinizi bir horoz olarak hissediyorsunuz?
Hastanın yanıtı:
- Küçücük bir civciv olduğumdan beri...
* * *
Garson dostum Kemal’den de bir fıkra:
Yeni evlenmiş bir çift; bir ömür kavgasız dövüşsüz yaşayabilmek için, birbirlerinden bazı ricalarda bulunuyorlarmış.
* * *
Erkek, kadına:
- Lütfen bana hiç yalan söyleme, diyormuş.
Kadın da:
- Söz veriyorum, hiç yalan söylemeyeceğim, diyormuş.
- Bir ricam daha var; yukarıda kilitli olmayan bir çekmece var; onu da hiç açma...
- Söz, peki...
* * *
Aradan geçmiş 25 yıl...
Ve bir gün kadın, açmamaya söz verdiği çekmecenin içinde ne olduğunu merak ederek, açmış.
* * *
Çekmecenin içinde 3 yumurtayla, bir yığın da para varmış.
* * *
Akşam eve kocası geldiğinde:
- Sana, demiş; daha evlendiğimiz gün, hiç yalan söylemeyeceğime söz vermiştim. Sözümü tutuyorum. Bu gün “açma” dediğin çekmeceyi ilk kez açtım. İçinde 3 yumurtayla bir yığın da para vardı. Neden o çekmeceyi asla açmamamı istedin ki; neydi o 3 yumurtayla, onca para?
* * *
Kocanın yanıtı:
- O çekmeceyi açmamanı istedim, çünkü seni her aldatışımda oraya bir yumurta koyuyordum.
* * *
Birden karısının suratı asılmış:
- Ya peki o paralar ne?
- Yumurtalar çoğaldıkça satıyor; sana ya bir kolye, ya bir bilezik alıyordum.
* * *
İlkiz Kucur’dan bir şiirle bitirelim yazıyı:
Masalcı
Kendi saçlarından asılı delikanlılar
kanlı bir bıçakla yüzüyordu mor sularında ölümün
yavaş yavaş sürüldü gölgeleri kentlerden
çünkü yanlış imlasıydılar alışkanlıkların