James Joyce

Image

Ulysses Üniversitesinde Öğrenci Olmak

Image

Ulysses üniversitesi ’ne kayıt yaptırmak istediğinizde çevrenizde pek çok kişi sizin elinizi kolunuzu çekiştirip yapma diyebilir. Sanki karanlık bir kuyuya atlayacakmışsınız gibi engel olmaya çalışanlar da ortaya çıkar. Hadi bunları aştınız diyelim; o zaman da sen kim o üniversitede okumak kim derler. Israr ettiğiniz de bu kez nasıl olsa ilk elli sayfadan sonra bırakacaksın diyerek küçümser bakışlarla çokbilmişliklerini yüzünüze çarparlar. Neyse ki artık dilimize James Joyce ’un tüm eserleri çevrildi.80 li yıllarda şimdinin sakallı dedeleri o zamanın sakallı abileri bu iddialara Ulysses’in dilimize çevrilemeyeceğini ekler okuyucuyu bir de buradan aşağılardı. Siz kim Ulysses’i okumak kim.

Neyse çok da abartmayalım. Bu durum sadece bize özgü değil. Dünya’da da bu tür bir yanlış yargı söz konusudur. Dünyasının en çok satılan ama en az okunan romanı Ulysses’tir diye bir şehir efsanesi bile vardır.

(...)

Makalenin tamamını okumak için tıklayınız.

Ulysses Üniversitesinde Öğrenci Olmak makale metni

Ulysses üniversitesi ’ne kayıt yaptırmak istediğinizde çevrenizde pek çok kişi sizin elinizi kolunuzu çekiştirip yapma diyebilir. Sanki karanlık bir kuyuya atlayacakmışsınız gibi engel olmaya çalışanlar da ortaya çıkar. Hadi bunları aştınız diyelim; o zaman da sen kim o üniversitede okumak kim derler. Israr ettiğiniz de bu kez nasıl olsa ilk elli sayfadan sonra bırakacaksın diyerek küçümser bakışlarla çokbilmişliklerini yüzünüze çarparlar. Neyse ki artık dilimize James Joyce ’un tüm eserleri çevrildi.80 li yıllarda şimdinin sakallı dedeleri o zamanın sakallı abileri bu iddialara Ulysses’in dilimize çevrilemeyeceğini ekler okuyucuyu bir de buradan aşağılardı. Siz kim Ulysses’i okumak kim.

Neyse çok da abartmayalım. Bu durum sadece bize özgü değil. Dünya’da da bu tür bir yanlış yargı söz konusudur. Dünyasının en çok satılan ama en az okunan romanı Ulysses’tir diye bir şehir efsanesi bile vardır.

Benim Ulysses in adını ilk duymam 80 li yıllara denk düşer. Henüz Nevzat Erkmen Türkçe’ye çevirmemiş. Sakallı amcaların katıldığı panellerden, dergilerdeki yazılarından James Joyce’un Ulysses adlı efsane bir kitabı varmış. Bir cümle iki üç sayfa sürüyormuş. Ve biz sıradan okurların onu okuyup anlaması da imkânsızmış. Eee gözümüz korkuyor tabii. Sonra aradan geçen yıllarda bir haber duyuluyor. 90 lı yılların ortalarına geldiğimizde Yapı Kredi Yayınları Nevzat Erkmen’den kitabı çevirmesini istediğini öğreniyorum. Ben de bir yürek kırpıntısı. Yoksa biz de okuyabilecek miyiz? Heyecan dorukta.

Yıl 1996.Ulyssse Nevzat Erkmen çevirisi ile raflarda yerini alıyor. Benim kitaplığıma ise 1999 da beşinci baskısı ile yrleşiyor. Neredeyse 20 yıl da kitaplığın rafında ben ona o bana bakıyor. Nasıl bir travma yaşadıysam gençliğim de. Elime alıp da sayfalarına göz atamadım bir türlü. Artık bu hasret sona ersin dediğim de okuma grubumuzdaki arkadaşlarımı da bu serüvene ortak etmek istedim. Bu kez de aramaya pandemi girdi.

Ulysses den önce bir kez daha Sanatçının Gençlik Portresini, Dublinliler’i ve tabii ki Odysseia  ve Hamlet’i okudum.

Artık üniversite ’ye kaydımı yaptırabilirdim. Ulysses’i ilk okuyuşumda Nevzat Erkmen’in Ulysses sözlüğü ve yazımın sonuna ekleyeceğim bazı kitapların okuma zevkimi artırmama çok ciddi katkıları olduğunu belirtmeliyim. Onları okumak şart mı? Değil elbette ama okurken gözünüzden kaçabilecek ayrıntıların tadına varmanıza yardımcı oluyor. Kitabı sindire sindire okumam yaklaşık altı ay sürdü. Ardından daha önce sözünü ettiğim gibi pandemi başladı. Eh artık Ulysses üniversitesinde daha fazla zaman geçirebilirdim. Üniversitenin kurucusunun diğer kitaplarını(çocuk kitapları da dahil),onun hakkında yazılmış kitapları, İrlanda tarihi ve edebiyatı derken bir de baktım ki kütüphanemde tek başına bir bölüm oluştu.

Şimdi sizinle bu üniversitede hangi dersleri aldığımı aktaracağım.2022 Ocak ayında bu kez de Fuat Sevimay çevirisi ile Ulysses’i bir kez daha okumaya başladım. İtiraf ediyorum asıl tadına ikinci okumadan sonra vardım. İlk okuduğumda biraz gergin olduğumdan ve Joyce’un içine sakladığı bulmacaların tadını çıkaramadığımdan biraz panik olarak okumuş olabilirim. Şimdi tadını çıkara çıkara eğlenerek okudum.

İlk dersimiz bir kulede başladı. Martello Kulesi . Kim bilir belki de Babil Kulesi’nin ruhu sinmiştir o kuleye. Evet Ulysses bir kulede başlar ama bir kentin bir gününü anlatır. Kaç yazar vardır yaşadığı kenti bu kadar ayrıntıları ile anlatır ki.  Dublin’in bir gün yeniden kurulması gerekse Ulysses in sayfalarına bakarak eksiksiz inşa edilebileceğini söylememiş midir Joyce? Tek bir günün anlatıldığı bu kalın romanda 16 Haziran’ın neden seçildiğini kitabı eline almamış okurlar bile biliyor artık. Eşi Nora ile sevgili oldukları gündür. Yani, toplumsal açıdan sıradan bir gün. Özel günlere çok meraklı oldukları söylenen İrlandalılar için 16 Haziran Bloomsday olarak kutlanmakta. O gün Dublin sokaklarında yüzlerce Bloom ve Molly dolaşmaktadır. Elinizde harita romanın ilk satırlarından son satırına kadar   Leopold Bloom’un dolaştığı sokaklarda Bloomlar ve Mollyler ile karşılaşmanın mümkün olduğu söylenir. Üstelik dünyanın pek çok ülkesinden gelmişlerdir. Akademisyenler, kitap kulüpleri, sanatçılar, meraklılar herkes o gün biraz Ulysses kahramanı biraz da Joyce’dur. Kim bilir belki dikkatle bakınca aralarında Odesseus  ve Penelope ile de karşılaşabiliriz. Kule’nin kapısında Stephen ile Telemakhos’i sohbet ederken görsem sanki hiç şaşırmazmışım gibi gelir bana.

Bu uzun girişten sonra yazarımızın yaşam öyküsüne şöyle bir göz gezdirelim. James Augustine Aloysius Joyce öncelikle Dublin’li bir İrlandalıdır. Bu onun yaşamında altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir özelliğidir.

2 Şubat 1882 de Dublin’de dünyaya gelir, 13 Ocak 1941 Zürih’de yaşamı sona erer. Elli dokuz yıllık bir yaşam, hastalıklar, savaşlar, oradan oraya taşınmalar, ekonomik zorluklarla doludur. Ama öte yandan yaratıcılığını bu zorlukların hiç biri engelleyememiştir. Dünya edebiyatının zirvesindeki birkaç isimden biri olarak yerini korumayı sürdürmektedir. Eserlerini yaratırken tek bir sözcüğü bulmak için günlerce nasıl uğraştığını, Dublin’den uzakta bir sokağı yazarken o sokağın tüm ayrıntılarını Dublin’deki yakınlarına nasıl anlattırdığını(en çok da teyzesine) onunla ilgili anılardan öğreniyoruz. Belki de bu yüzden onun eserlerindeki ana kahramanlardan birisi de Dublin’dir.

Evet, bu kentte doğan Joyce’un babası muhafazakâr bir Katolik başarısız bir işadamıydı. Sürekli ödeyemediği borçları ve ev kiraları nedeniyle gizlice taşındıkları evler çocukluğundan kalan en önemli anılarındandır. Babası onun bir Cizvit papazı olması için Katolik okuluna gönderdi. İyi bir eğitim hayatının ardından Dublin Üniversitesi’nde dil eğitimi aldı. Üniversite eğitimi sırasında ilk eserleri de yavaş yavaş yayınlanmaya başlamıştı. Bu arada katıldığı yarışmalardan ödüller kazandı. Bir eserini gönderdiği Henrik İbsen’den aldığı övgü dolu mektup onun hayatında çok önemli bir yer edinmiştir. Kısa bir süre Fransa’da Tıp eğitimi görmesine karşın bu eğitimi yarım kaldı. Yeniden Dublin’e döndü.

Eşi Nora ile tanıştı. Birlikte önce Zürih ardından da Trieste’de yaşadılar. Ekonomik durumları düzeldiğinde bu kez sağlığı bozuldu. Şiddetli göz ağrılarına karşın yazmaya devam etti. Bu yetmezmiş gibi bir de şiddetli ülser sancıları ile baş etmek zorunda kaldı.13 Ocak 1941 de hayatını kaybetti.

James Joyce ile ilk tanışmam gençlik yıllarımda ilk şiirlerim yayınlanmaya başladığında raflarda gördüğüm bir kitap aracılığı ile oldu. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi. O yıllarda kendimi bir sanatçı adayı olarak görmüş olmalıyım ki hemen alıp okumaya başladım. Sandığımın aksine genç sanatçı adayı olduğuma dair inancıma çok hitap etmemişti o yüzden kitabın gerçek değerini anlayamamıştım. Ne kadar büyük bir hata. Sonraları o yıllarda öğrenci olduğum ODTÜ Sosyoloji Bölümü koridorlarında bazı sohbetlere kulak misafiri olmaya başladım. Uluysses adlı bir kitaptan, sayfalar süren cümlelerden söz ediliyordu. Üstelik o dönemin bazı sakallı entelektüel amcaları bu kitabın dilimize çevrilemeyeceğini, ancak çok iyi yabancı dil bilen üst düzey entelektüellerin bu kitabı okuma şerefine erebileceğini söylüyordu. Bu şartlanma ile geçen yıllardan sonra bir gün bir söylenti duyduk. Değerli çevirmen Nevzat Erkmen Ulysses’i çevirmeye başlamıştı. YKY bu konuda kendisine destek oluyordu. İşte o zaman bir grup okurda  heyecan dalgası başladı. Sanıyorum bir yıldan fazla bir zaman sonra kitap Türkçe olarak okurla buluştu. Hemen gidip aldım. Ama almak yeterli değil, neredeyse tüm dünyada olduğu gibi ben de okumak için uzun yıllar bekledim. Bu arada bir kez daha Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ni, Dublinliler’i okudum. Uluysse’ i  ise aldıktan neredeyse on beş yıl sonra okumaya başladım.

İlk okuyuşum Nevzat Erkmen çevirisi ile Yapı Kredi Yayınları’ndan ikincisi ise Fuat Sevimay çevirisi ile Kafka Kitap’tan oldu. Bir çeviri de Norgunk yayınlarından Armağan Ekici tarafından yayınlandı.

Ulysses’i okumak mitolojiden müziğe pek çok okuma yapmak gibi. Bildiğimiz başlangıç gelişme sonuç yapısından çok farklı. Birden romanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Sanki kapı açılmış ve yazar sizi beyninin kıvrımları arasına almış, onun gözlerinden baktığınız her yer satırlardaki sözcüklere dönüşmüş gezdiriliyorsunuz. Tramvaydaki yolcular, cenaze törenine katlan Dublinliler, şimdi adı James Joyce kulesi olan kuleden çıkıp gelen genç adamlar, sütçü kadın. Gazete bürosundaki sohbetlerde hissedilen manşet tadında cümleler. Dublin’in pubları, karanlık sokakları. Tüm buralarda dolaşırken kahramanımız Leopold Bloom’un içini kemiren ihanetin gerçekleşiyor olduğu endişesi. En sonunda akşam eve dönüş. Molly’nin bilincinden akıp gelen satırlar. Hepi topu bir günün hikâyesi.  Tüm gün Dublin’de dolaşan bir adamın akşam evine, karısına dönüşü.

Yüzlerce sayfada anlatılan  Homeros’un’Kral Odysseus'nın on yıl süren İthaka’ya dönüşünün izleğinde bir roman. Her bölümünde Odysseia ‘ya göndermelerin olduğu bir başyapıt.

Joyce için şu cümleyi kurmak fazla iddialı olmayacaktır sanırım. Joyce eserlerini yazmadan önce yaşıyor. Belki biz de onun eserlerini neden okumalıyız sorusunun yanıtını buradan bulabiliriz. Yaşadığımız için, yaşamak için okumalıyız. Eğer iyi bir okur olarak edebiyat sevdalısı isek mutlaka okumalıyız. Acele etmeden, tadını çıkararak Joyce’tan söz ederken başta Ulysses olmak üzere eserlerinin bize sunduklarını keşfetmenin hazzını duyarak okunacak bir yazar olduğunun altını çizmek istiyorum.

Şimdi bir kez daha neden James Joyce üniversitesinde öğrenci olmalıyız sorusuna yanıt vermek istiyorum. Üniversite kavramını özellikle seçtim. Araştırmak, gelişmek, öğrenmek ve değişmenin evrensel kurallarını içerdiği için tüm dünyada Joyce okuru o üniversitenin öğrencisi demektir. Ancak bu üniversitede diploma verilmez. Ama yazarın dediği gibi Uluysses’e yerleştirdiği bilmecelerle   boğuşup durma garantisi vardır. Farklı bir eser arıyorsak Joyce’u okumalıyız. Müziği, tarihi, mitolojiyi, mizahı seviyorsak okumalıyız. Ayrıca, korkmayın Finnegans Wake’e de bir bakın derim. Bakmayın kalınlığına, okurken yüzünüzden gülümseme eksik olmayacaktır emin olun.

Ama onun denemelerini de ihmal etmeyin derim. Tiyatro oyunu ve şiirlerini de ekleyelim isteyenler için.

Bilmem ama başlangıç olarak Dublinliler ve Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin öncelikle okunması gerektiğini söylememe gerek var mı?

Son olarak, az sayıda arkadaşı vardır James Joyce’un. Dönemin pek çok bilinen ismi tarafından ise ona gösterilen ilgi nedeniyle çok benimsenmez. Buna kıskanılır demek daha doğru. Bu isimlere Gertrude Stein, Virginia Woolf ve sanırım Marcel Proust’u da ekleyebiliriz.

Ancak o çevresindeki az sayıdaki arkadaşının yeteneklerini keşfettiğinde onları desteklemekten geri durmaz. Bunlardan en bilineni de bir dönem İngilizce ders verdiği önce öğrencisi sonra da arkadaşı olan ünlü İtalyan yazarı Italo Svevo’dur.

O zaman sevgili James Joyce iyi ki yaşamışsın, iyi ki yazmışsın diyelim mi?

Aşağıda Ulysses ve James Joyce’u dilimize kazandıran değerli çevirmenlerimizin çabalarının ürünü olan birkaç eserden örnek vermek istedim Umarım çabaların karşılığında bu değerli  yazar daha çok okuyucuya ulaşır.

James Joyce ’un dilimize çevrilmiş eserlerinden örnekler:

Ulysses Çev. Nevzat Erkmen YKY

Ulysses Çev.Armağan Ekici Norgunk Yay.

Ulysses Çev.Fuat Sevimay     Kafka Yayınevi

Finnegan Uyanması Çev. Fuat Sevimay Sel Yayınları

Denemeler, Makaleler, Eleştiriler Çev. Fuat Sevimay İthaki Yay.

Dublinliler Çev. Murat Belge İletişim Yay.

                           Fuat Sevimay İthaki Yay.

Oda Müziği - Bütün Şiirleri Oda Müziği T.İş Bankası Yay.

Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi Çev. Murat Belge İletişim Yay.

Sanatçının Gençlik Portresi Çev. Fuat Sevimay İthaki Yay.

Sürgünler Çev.Fuat Sevimay Sel Yay.

James Joyce ve Uluysses ile ilgili kitaplardan birkaç kaynak kitap:

James Joyce Hayatı ve Eserleri Yazan: Richard Ellmann Çev. Zafer Afşar Kabalcı Yay.

Ulysses Sözlüğü Nevzat Erkmen YKY

Ulysses ve Biz: Joyce ‘un Başyapıtında Sanat Olarak Gündelik Hayat: Joyce ’un Başyapıtında Sanat Olarak Gündelik Hayat Yaz. Declan Kiberd Çev. Zeynep Çiftçi Kanburoğlu Alfa Yay.

Bloomsday Kitabı - Adım Adım Ulysses Yazan. Harry Blamires, Çev.Armağan Ekici                                                  Norgunk Yay

 

İlkiz KUCUR

Ulysses 'i Neden Okumalıyız?

Image

Ulysses ‘in hepimizin bildiği bir “zor okunan roman” olma ünü var. Bu ünün haklı sebepleri var. Joyce, okurundan gerçekten de başka pek çok romana göre çok daha büyük bir sabır talep ediyor. Bugün bu odadaki herkesin bildiği, ezbere söyleyebileceği noktalar bile –örneğin, olayın Dublin’de geçtiği, her şeyin aynı günde cereyan ettiği, o günün de 16 Haziran 1904 olduğu gibi noktalar bile– romanı ilk kez okuyanlar için çok açık değildi. Romanı ilk okuyanlardan Virginia Woolf, günlüğüne “her şey galiba aynı günde geçiyor” yazmıştı. 16 Haziran 1904 tarihi de ancak kitabın 10. bölümünde açıkça veriliyor.

Joyce ’un seçtiği anlatım biçimi, klasik romanlardan, “Soğuk ve karlı bir kış günüydü. Markiz terliklerini bulamadığı için yine çok sinirliydi…” diye başlayan, bir başı, sonu ve ortası olan romanlardan çok farklı. Joyce bizi olayın orta yerine atıveriyor; karakterlerini gün boyunca takip ederken yaşadıkları ve kafalarından geçenler ile ilgili sayısız ayrıntıyı tasvir ediyor. 

(...)

Makalenin tamamını okumak için tıklayınız.

Ulysses'i Neden Okumalıyız?

Ulysses ‘in hepimizin bildiği bir “zor okunan roman” olma ünü var. Bu ünün haklı sebepleri var. Joyce, okurundan gerçekten de başka pek çok romana göre çok daha büyük bir sabır talep ediyor. Bugün bu odadaki herkesin bildiği, ezbere söyleyebileceği noktalar bile –örneğin, olayın Dublin’de geçtiği, her şeyin aynı günde cereyan ettiği, o günün de 16 Haziran 1904 olduğu gibi noktalar bile– romanı ilk kez okuyanlar için çok açık değildi. Romanı ilk okuyanlardan Virginia Woolf, günlüğüne “her şey galiba aynı günde geçiyor” yazmıştı. 16 Haziran 1904 tarihi de ancak kitabın 10. bölümünde açıkça veriliyor.

Joyce ’un seçtiği anlatım biçimi, klasik romanlardan, “Soğuk ve karlı bir kış günüydü. Markiz terliklerini bulamadığı için yine çok sinirliydi…” diye başlayan, bir başı, sonu ve ortası olan romanlardan çok farklı. Joyce bizi olayın orta yerine atıveriyor; karakterlerini gün boyunca takip ederken yaşadıkları ve kafalarından geçenler ile ilgili sayısız ayrıntıyı tasvir ediyor. Allahtan konuşma çizgisi kullanmış, böylece en azından birisi yüksek sesle konuştuğu zaman bunu anlayabiliyoruz; ama bunun dışında, anlatıcının sesiyle karakterlerin iç sesleri arasında okuyucuyu uyarmadan geçişler yapıyor; bu nedenle, her cümlenin kimin kafasından geçtiğini tahmin etmemiz gerekiyor. Aynı şekilde aniden “gerçek”ten “halüsinasyon”a, “hikâye”den “parodi”ye, bir zihinden diğerine, bir üsluptan diğerine geçiveriyor. Ancak kitabı bitirdiğimizde, bağlantıları kurduğumuzda tüm parçalar yerine oturmaya başlıyor. Attar’da yolculuğun sonundaki 30 kuşun meğer Simurg’un kendileri olduğunu fark etmesi gibi, biz de yolcuğun sonuna vardığımızda şunu görüyoruz: Meğer tüm bu ayrıntılar ve karmaşa hikâyenin kendisiymiş; “hiçbir şey anlatmıyor” gibi görünen bu kitapta, Joyce üç karakterin tüm hayat öykülerini büyük bir ayrıntı tutarlılığıyla bize anlatırken insanlık halinin de bir fotoğrafını çekmiş.

Joyce’un “profesörleri yüzlerce yıl meşgul edeceğim” ve “Dublin yok olursa bu kitabı kullanarak tekrar inşa edilebilsin” diyerek kitaba yüklediği binlerce felsefi, tarihî, edebî gönderme, Dublin’le ilgili yerel ayrıntı da bu işin zorluğunu katmerli bir hale getiriyor.

Peki, artık her şeyin, kısa sürede kitlesel olarak üretilip, kısa sürede kitlesel olarak tüketileninin makbul olduğu bu ahir zamanda, bizden böylesine sabır talep eden bir kitabı niye okuyalım? Faulkner bir söyleşisinde güzel bir söz söylemiş: “Ulysses’e ümmi bir Baptist vaizin Kitab-ı Mukaddes’e yaklaştığı gibi yaklaşmalısınız”, demiş, “imanla”. İmanla, çünkü, Ulysses ilk başta göstermese de, kitaba sabırla yaklaşan, bir geviş getirme üslubuyla tekrar tekrar dönen, bağlantıları kuran okuru ödüllendiren, kendini haklı çıkaran bir kitap.

Ben bugün, burada, Ulysses’i neden okumalıyız sorusuna benim gözümde en çok önem taşıyan beş cevabı vereceğim:

 

 

İlk olarak, Ulysses’i hayat aşkına okumalıyız. Ulysses ’de her şeyiyle tüm bir hayat var. Doğumuyla, ölümüyle, mutluluğuyla, umutsuzluğuyla, sefaletiyle, yemesi-içmesiyle, osurması-def-i hacet eylemesiyle tüm bir hayat. 22 yaşında, zihni kitapla, ilahiyatla, felsefeyle ve müzikle dolu bir gencin, 38 yaşında bir reklamcının, 34 yaşında bir sopranonun tüm zihinlerinin yanında, yan karakterlerin arasında genç bir kızın, babasını o gün kaybetmiş oğlan çocuğunun, müşfik ve tarih meraklısı papazın zihninden geçenler de var. Ulysses’i bir kere okuyunca, hayatta başınıza gelen, aklınızdan geçen pek çok şeyin bu kitapta da olduğunu göreceksiniz, kendinizi “bunu Bloom da düşünmüştü”, “Stephen de aynı bunu yapmıştı” derken yakalayacaksınız.

İkinci olarak, Ulysses’i edebiyat aşkına, büyük bir dil ustasının marifetlerinin tadını çıkarmak için okumalıyız. Joyce, kelimelerle herzeyi yapabilen bir yazar. Dilin her halini kullanıyor. İngilizcenin her dönemi, her jargonu, her türlü dinî, siyasi, tarihî retorik Joyce’un ince alayından payını alarak 750 sayfa boyunca geçit resmine çıkıyor. Üstelik bunu büyük bir müzikaliteyle, dilin ritimlerine, seslerine, yan anlamlarına karşı çok dikkatli bir tutumla yapıyor. Bu girift, usta işi yapı yüzlerce sayfa arasından birbirine göz kırpan ayrıntılarla dolu, hangi ayrıntıyı merak edip kurcalasanız sizi gülümsetecek bir inceliğe varıyorsunuz.

Üçüncü olarak, Ulysses’i mizah aşkına okumalıyız. Ulysses ’in “büyük ve zor kitap” ünü, “vaay, Ulysses” dedirten halesi yüzünden Ulysses ’in müthiş bir ciddiyet kumkuması olduğunu düşünen çok kişi var. Joyce ise “keşke bir hayır sahibi de ne biçim matrak olduğunu söyleseydi” ve “insanlar bu kitaptan ahlak dersleri çıkaracak diye korkuyorum, oysa içinde tek bir ciddi satır bile yok” dermiş. Ulysses ’de her türlü şaka, kelime oyunu, ironi, kinaye, belden aşağı espri var. Karakterlerin çoğu durmadan şaka yapıyorlar, ama en önemlisi Joyce’un dünyaya sempatiyle bakan ironisi. Jacques Tati’nin filmlerini andıran bir bakış açısıyla, olaylara bir adım geriden bakarak dünyanın saçmalığı içinde insanlık halini şefkatli bir gülümsemeyle tasvir ediyor ve bunu yaparken büyük iddiaların, kahramanlık hikâyelerinin altını oyuyor, bizi kendimizi fazla ciddiye almamaya, çelebiliğe, kalenderliğe davet ediyor.

Dördüncü olarak, Ulysses’i müzik aşkına okumalıyız. Ulysses müzik dolu bir kitap. Kitap boyunca bazı şarkılar karakterlerin aklından hiç çıkmıyor. Üç karakter de enstrüman çalıyorlar, Molly profesyonel bir soprano, Stephen’ın güzel tenor sesi var. Bloom Stephen’ı de profesyonel müzisyen yapma hayalleri kurarak Stephen’ın kafasını ütülüyor. Stephen’ın babasının şarkıcılığı da meşhur. Sirenler bölümünde Stephen’ın babası ve arkadaşları oturup piyanonun başında uzun uzun şarkı söylüyorlar. Bir adım ötede, Joyce’un dilinin müziği de var. Mehmet Nemutlu’ya haddim olmayarak bir pas atarak bu konuyu kapatayım: Kitabın tamamında bir sonat formu görenler bile var; ilk üç bölümde Stephen temasının, sonraki on bir bölümde Bloom temasının sunulmasını sonat biçiminin “sunum” bölümüne benzetiyorlar. Kitabın ağırlık merkezi olan, tiyatro formundaki Kirke bölümünde, Stephen ve Bloom karşılaşıyorlar ve sonat biçiminin “gelişme” bölümüne paralel olarak, bu iki ana tema tüm yan motifleriyle birlikte içiçe geçirilerek işleniyor. Bu doruk noktasından sonra Stephen ve Bloom ’un yorgun argın eve dönmelerini zorlarsak sonat biçiminin “tekrar sunum” bölümüne ve nihayet erkeklerin dünyasından çıkıp Molly’nin zihnine girdiğimiz kapanış bölümünü de sonat biçiminin “coda” bölümüne benzetebiliriz.

Gelelim beşinci nedene. Bizim “Kızılca Kıyamet Alameti” Ulysses basımının kapağına bakın. James Joyce ve Ulysses kelimelerinden başka tek bir harf daha göreceksiniz: Norgunk’un n’si. Beşinci neden de işte bu: Ulysses’i Oğuz Atay aşkına, Oğuz Atay ’ı sevdiğimiz için, onun kitaplarını daha iyi anlamak, kurduğu yapıları nasıl kurduğunu görmek için okumalıyız. Çok kısa ömründe Türkçenin en etkili, en sevdiğimiz kitaplarından bazılarını yazmış, bir öyküsündeki bir kelimenin etrafında işte şurada, ölümünün 35. yıldönümünün hemen ardından hepimizi toplayabilmiş Oğuz Atay da Ulysses ’den çok etkilenmiş, Ulysses ’in ve Nabokov’un sunduğu teknik özellikleri alarak kurduğu iskeleti, eşsiz mizahı ve “Türkiye’nin ruhuyla” donatarak ilk romanını yazmıştı. Ben, Ulysses ‘in üslup parodilerini, noktasız-virgülsüz bölümü, halüsinatif tiyatroyu, Hamlet ve Kitab-ı Mukaddes göndermelerini ilk Tutunamayanlar’da okudum ve sevdim. Yıllar sonra Joyce ’u da “Norgunk” diye selamladığımız, aynı etki hattı üzerinde yer alan ve dünyayı edebiyat yoluyla daha iyi anlamamıza büyük katkısı olmuş bu isimleri bu kitabın kapağında buluşturduğumuz için sevinçliyim.

 

İlkiz Kucur