sanat olayı
Senin kentinde olmalıyım
gözlerimi kapatıp uzun yolculuklardan
buruk bir elma tadı alıyorum
/baharı yine unutmuşlar/
dişlerimi acıtıyor her ısırışım
bildiğim tadları düşünüp
alışkanlıklarımı bırakıyorum
/kent kapısında/
aynı dili konuşuyoruz herkes bana benziyor
/aynadan olmalı sokakları
çok çocuklu kadınlar geçiyor yanımdan
birer birer öpüyorum, öpüldükçe ağlıyorlar
bir yaranın kabuğunu kaldırıyorum bakışlarından
boğazım sıkışmış nefesini tanıyor/
senin kentinde olmalıyım
nefesimle yoruyorum havayı
Ölümden önce de sevdik
yüreğin unutulduğu eski bir tarihçiden
yazısız resimler döküldü, terli anılar
hangi mumda gözlerin acılı yalnızlığı
hangi saltanatlar sürgünlerden yetişmiş
festival renkli sokaklarda çığlıklar
-yüzü boyalı, boyadan gözyaşlarıyla gülen
selvilerle dolu bir yeryüzünde-
bu kent ölmeden önce de vardı
kanat seslerinin çoğaldığı iskelelerden
yolcusuz vapurlar gönderdi, dumanlı
siyah bir isle son gecelerin kaybolması
acıdık, ağladık, hangi sevda kurtuldu
hangi sevda büyüdü
ardımızdan topladılar unutulmuştuk
omuzları çökmüş bir hasret
kendi kemiklerine yabancı bir yürek
çocuklara anlatıldı en kanlı öyküler
gözbebeklerini büyüttük ne özlemler sığdı onlara
şafağın altını çizdik, kırmızı örtülere sarılıp
ölümden önce de sevdik
garip bir akşamüstünü takıp gözlerinize
kapılardan girdiniz, duvarlarınız yıkılmadan
uykularınızı buruşuk çarşaflarda unutup
akşamın kaçırdığı güneşi aramada
yabancı istasyonlardan tanıdık bir ses
bir mezar, ölüsü bulunmayan belki de körlük
arayışın gittiğini bilmeyen/
bir siz değilsiniz ki yaşamı zorlaştıran ellerinizle
Unutulmanın tarihi
kendimce borçlanmalıyım dünyaya
göğsüme yürüyen ayak izlerinden
göniümce çekip almak için şubatlarınızı
çünkü gülücüklerini toplamasına izin vermeden yazılmalı
kendi kendine hesaplaşmanın tarihi:
denizlerini yitirmiş dalgaların
anlatıldığı yerden
size en çok yakışan elbisenizle girin bu şiire
ıslak ve kumlu ayaklarınızdan çekinmeden
yazlarınızı anlatmalısınız hangi denizlerde vuruldunuz sokaklarını unutmadan kentlerin fotoğraflarınız mı sarardı
şimdi renklerinizi bulmalı
ateşlerimizi kendi etlerimizde söndürmeli
ve masa örtülerine yasaklamak kirli sarhoşlukları
herşey size öğretildiği gibi unutuldu
Sorular
dünya dağılmış, sokaklar bomboş
hint fakirleri mi oturdu gecelerimize
ağır bir karanlıktan söküp atmadan hecelerimizi
sustunuz, en özlediğim zamanlardan gelmiştiniz
şekilsiz bir yüz çizdim, ufak ayrıntılardı unuttuklarınız
gökyüzü yoktu sanki/uçurtmalar keşfedilmeden önce
sustunuz:
hangi roman ağlar ki anlattığı öyküye
garip bir akşamüstünü takıp gözlerinize
kapılardan girdiniz, duvarlarınız yıkılmadan
uykularınızı buruşuk çarşaflarda unutup
akşamın kaçırdığı güneşi aramada
yabancı istasyonlardan tanıdık bir ses
bir mezar, ölüsü bulunmayan belki de körlük
arayışın gittiğini bilmeyen/
bir siz değilsiniz ki yaşamı zorlaştıran ellerinizle
Sayı: 52, Tarih: Eylül, 1986
Cumartesi Saat 14.00 şiirleri
|
Sunak
yüzüne alevler takmışsın yeşile çalan
üşüyorum akdemnizli tenim açılmış
kimliklerimizi vurmuşlar biri bulamazlar
herkes kendinde unutsun Cuma’sını
‘biz hayatı bırakıyoruz'
meydan savaştan gördüğümüz yok
kargışlanmış düşlerimize de girmedi
çoktandır sıcak nefesler
ıslıklar duyuluyor orman ayaklandı
tekrarlamadan sözlerini tarihi yakalamışlar
susturun son alkışı. tarih öldü. Maestro.
yüzümü parçalamışlar aynada
öfkemi okşuyorum, gözlerini özledim sevgilimin
özlemlerimizle geliyoruz akşam sohbetlerine
kendimizden utanıyor cellatlarımız
karanlıkta öldürülüyoruz
gülümsüyorum yapraklarını öptüğüm ağaçlara
öldüğümü kim yazacak, kim düşecek tarihini ölümün
ıslıklar duyuluyor, sevgilimi soruyorum
siyah bir gölge yerleşiyor yüzüme
eski bir trajediyi koyuyorlar sahneye
yaşlı oyuncular korosunu kovuyorum
sonra akşam geliyor, üşüyorum
yüzün geliyor aklıma, akdenizli gözlerine giriyorum
bir tek sana izin veriyorum, seviliyorsun. Perde.
Son sürgünü kadın yüzlerinin
geçen yazlardan kalma sıcaklığı taşıyor bedenime
bîr kenti boydan boya geçen gölgeler
eski tanrılar dökülüyor eteklerimden
gidip gelmelerle ölçülüyor yokluğun zamanı
ne bir hücre ne de uçsuz bucaksız gökyüzü
anın karakutusundan saçıldı tarihin kurbanları
her ses kendini öldürüyor boşlukta
şarabın ve zeytinin hüznüyle
ekmeğin kanlı sofrasında paylaşılan
yalnız bir kadının suskunluğu oluyor
zamanın ve kibele’nin savaşı
/siyah bir çelenk yerleşiyor gözpınarlanma
gölgem pis sularına karışıyor kentin/
terimin tuzlu yangını ile ısınıyor
nefes nefese kaldığında karanlık
fırtınalar çağırıyor uykularımı
dağılmış sofralar kuruluyor
ilkyazın dokunulmaz kutsallığında
toprak izlerimi saklıyor ardımsıra
en çok köprüleri seviyorum yine de
nehirlerin yıkadığı soğuk kent akşamlarında
sahipsiz ayaksesleriyle tarih
yırtık bohçasından bırakınca döküntülerini
anlamsız hazlar kabyor geriye ve görünmeyen katiller
yıkımlar taşınıyor bir sonraki zamana
gece o çigan ritmiyle uyarıyor bedenimi
III.
son sürgününü uğurluyor kadın yüzleri
gözlerime takılan bulutların devinimi belki
belki hiçliği efsanelerin
anlamsız kıyılar kabyor aklımda
ıssız ve tarihin yazıldığı