Yasak Meyve
Sayı: 77, Kasım / Aralık 2015
İLKİZ KUCUR İLE SÖYLEŞİ / SİNA AKYOL
Sina Akyol: Epey zamandır şiir ortamımızdasınız. Niçin 'epey zaman'da, hepi-topu iki kitap (Eleştirel bir saptama filan değil bu, sadece meraklı bir soru.)
İlkiz Kucur: Haklısınız. Bana çokça sorulan bir sorudur bu. "Ama Ben İlkizim”den sonra sessizce edebiyat dünyasından çekildim. Okumaya, elimden geldiğince uzaktan da olsa izlemeye devam ettim. Mazeret bulmak için kendime şunu söyledim zaman zaman, ben bankacılık sektörünün en zor günlerinde yöneticilik yaptım. 1986’dan 2008'e kadar yaşanan bütün krizleri yaşadım. Akşam eve geldiğimde hem bedensel hem de düşünsel olarak çok yorgun hissediyordum. Sözcükleri kirletmek istemedim belki de bilmiyorum. Bakın bu konuyla ilgili size ilginç bir not aktarayım. Hürrol Taşdelen ile evlendiğimizde Hürol, Attilâ İlhan'ı arayıp evlehdiğimizi haber verdi. Attilâ İlhan önce kutladı, çok sevindiğini söyledi ve arkasından ekledi; "Çocuğum, bak İlkiz şiiri bırakırsa senden bilirim”. Ben şiir yazmaktan uzaklaşınca Hürol hep bu suçluluk duygusunu yaşadı. Ne zaman ki Varlık’ta yıllar sonra "Gün Kurudu’ şiirim yayınlandı benden çok o sevindi. "Gün Kurudu” yu bir gecede yazdım. Aradan geçen bunca yıldan sonra yazdığımın şiir olup olmadığından emin olabilmek için Varlık’a gönderdim. İki gün sonra Enver Ercan'dan yayın programına alındığı yanıtını aldığımda şiirle aramıza giren onca yıldan sonra yeniden buluştuğumuzu gördüm. Hani bazen eski dostlar yıllar sonra karşılaşsa da hiç ayrılmamış gibi birbirlerine yeniden sarılır ya, bizimkisi de öyle oldu. Arkası geldi.
Sina Akyol: Tabii ki bana göre, bugün yazılmakta olan şiirde imge, içinden çıkılamaz bir hal almış durumda, İmge kendini yeterince açıklayamıyor, hatta hiçbir biçimde açıklayamıyor. "Acele etme" diyorum ben bana, "o gördüğün imge, şiirin devam edegelen dizelerinde filan kendini bir biçimde açıklayacak." Ama hayır, yine açıklayamıyor. Sanki bir hastalık, hem de bulaşıcı bir hastalık haline gelmiş durumda 'imgeşörlük'. "Eflatun Gölgeli Kadınlar” daki imgeler olması gerektiği kadar ve sancısız. Kendinizi 'imgeşörlük'ten kurtarmayı pekâlâ başarmışsınız. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
İlkiz Kucur: İmgeye boğulmuş, kendi bilinçaltımızın hiçbir süzgeçten geçmeden olduğu gibi ortaya savrulduğu şiir kadar, kelimelerin art arda dizildiği arada birbiri ile uyumlu hecelerin de denk getirilerek yazılmış şiirden de korkarım. Şiirin kendi iç sesi-müziği-, yeni henüz parlaklığını yitirmemiş imgeleri, simyacı titizliği ile seçilmiş sözcüklerden oluşan işçiliğinin önünde saygı ile eğilirim.
Kitaba giren şiirler aslında şairin o anki yolculuğunun ürünü. Her kitap da yolculuk farklı yönlere olabiliyor. Dolayısıyla o yolculuk, hangi duraklarda durduğunuzu, pencerenin arkasından ya da sokaktan neleri heybenize aldığınıza göre şiirinizi ortaya çıkarıyor. Öncelikle 1980’lerdeki İlkiz 2015’te artık aynı yolda aynı durakta değil. Bu arada yaşadığı, okuduğu, yaptıkları ile farklı bir noktada duruyor. Dünya da edebiyat da öyle. Bugün durduğum nokta da işçiliğe, şiirin içinde onu boğmayan imgeye, sözcüklerin iç sesinde olması gerektiği kadarına yer vermeye, yapı taşları arasında dengenin oluşmasına çalışıyorum. Hani kilit taşı çekilirse yapının yıkılması örneği gibi, imge şiirimde ki dengeyi bir kilit taşı olarak sağlasın istiyorum. Bu amaçla hiç acımadan harcadığım onca sözcük var ki.
1980’lerde ODTÜ’de müzikle uğraşan bir arkadaşıma şiirim ilk kez yayımlandığında dergiyi uzattım. Okudu ve aynen şunları söyledi; “Tebrikler ama bizim böyle çiçek böcek aşk gibi şeyler yerine daha farklı konularda yazmamız gerekmez mi?” Böylesi kuru bir sanat anlayışının hâkim olduğu dönemde ben tam tersi yöne gittim. Belki de bu yüzden daha içe dönük bir şiir anlayışının ürünüdür “Ama Ben İlkizim.”
Belli ki aradan geçen uzun yıllar değiştirmiş beni ve şiirimi. Poetik imgenin ne olması gerektiği konusunda daha özenli ve ekonomik davranmaya çalıştığım doğrudur. Yazdığınız şiirde bunu gerektiriyor ve siz bunu fark ediyorsanız, üzeri çizilmiş dizeler sizi korkutmuyorsa sanırım işin en zor kısmını başarıyorsunuz. Ayrıca sizin de bendeki bu değişimi tespit etmiş olmanıza çok teşekkür ederim.
Sina Akyol: İkinci kitabınızdan hareketle soruyorum, ilk kitaptan ikinci kitaba gelmiş olan şiiriniz bundan sonra nereye.. nerelere gidecek. Bir öngörünüz var mı? Yoksa böylesi öngörüleri olmamalı mı şairin? Bağlı olarak, şairin böylesi öngörülere sahip olması kendi şiir geleceğine yönelik bir tür 'önüne hedef koyma' durumu değil midir?'
İlkiz Kucur: Açıkça bu konuda bir öngörüm ve hedefim yok. Zamanın ve sözcüklerin benden geçerek yapacakları yolculuklarına eşlik edeceğim. Yaşadıklarım, yaşayacaklarımız mutlaka izlerini bırakacaklar, yolumuza çakıl taşlan döşeyeceklerdir. O çakıl taşlarından hangilerini toplayacağımı şimdiden, bilemiyorum. İstediğim, yazacağım sözcükleri kirletmeden, şiire ve okura saygısızlık etmeden: bu yolculuğu sürdürmek. Çünkü kafanızda oluşturduğunuz, yapmak istedikleriniz bir anda farklı mecralardaki gelişmelerle alt üst olabiliyor. Henüz Suriye’de iç savaş yokken kaçak göçmenlerle ilgili bir şeyler yazmak istedim. O zaman kaçak göçmenlere ulaşmak kolay değildi. Şimdi her şey alt üst oldu ve adım başı her kavşak da karşımızdalar. Tüm kıyılarımız ayrı bir acıya tanıklık etti. Bu kadar hayatimizin içine giren bir konuda sıcağı sıcağına yazarak olayın popülaritesinden faydalanmak, kolaycılığa kaçmak istemedim ben de. Bu konuda yazacaklarımı demlenmeye bıraktım.
Yaşadıklarımın, kişisel deneyimlerimin hemen şiire dönüşmesinden korkuyorum sanırım. Eh bu durumda sözü uzatmanın faydası yok. Hayır, şiirimle ilgili öngörüm ve önüme koyduğum bir hedefim yok.
SİNA AKYOL İLE SÖYLEŞİ / İLKİZ KUCUR
İlkiz Kucur: "Salyangoz İlmi” nde günlük hayatın sözcüklerinden farklı bir dile ulaşma ütopyanıza ne kadar yaklaştınız (Yetinmek Sevindirir, sayfa 98'den yola çıkarak bu soruyu sormak istedim.)
Sina Akyol: Elimden geldiği kadar, yaklaşabildiğim kadar...
Gündelik hayatın sözcüklerinden yola çıkarak farklı bir dile ulaşmak mümkün müdür, evet mümkündür. Tabii ki gündelik hayatın sözcükleriyle yazacağız, o sözcükleri biliyoruz çünkü. Gündelik hayatın sözcüklerini küçümsemek, daha ‘üst’ bir dilin ‘şahane’ sözcükleriyle yazmaya çabalamak benim işim olamaz. İmge kullanımının tadında bırakıldığı yalın bir şiir dilinden yanayım.
Salyangoz İlmi’ nde gündelik hayatın sözcüklerinden yola çıkarak farklı bir dile ulaşabildim mi? Ulaşabilmiş olmayı umarım. Sonuçta, siz yani okur yanıtlasa gerek bu soruyu.
İlkiz Kucur: Haiku, başka bir kültüre ait bu türü bizim şiir geleneğimiz içinde yazarken okur açısından bir risk oldu mu? Olmadı ise okurun bunu kabullenmesinde şiire ait altyapımızda neler kolaylaştırıcı olmuştur?
Sina Akyol: Enis Batur’un “Haiku yazabilmek için Japon olmak gerekir” cümlesine bütünüyle katılıyorum. Bana yöneltilen sorulardan biri mutlaka haiku konusuyla ilgili olur, olmuştur. Defalarca belirttim; ben haiku yazmadım hiç, haikunun duyarlığından el aldım. Beş-yedi-beş ve sonrasında yedi-yedi ölçüleriyle Türkçe şiir yazmak hayli zordur ve bendeniz bu zor’u deneyip üstesinden gelmeyi başarmak istemişimdir. (Beş-yedi-beş ölçüsüyle yazmış olmak mutlaka haiku yazmış olmak anlamına gelmez. Ayrıca haiku başka bir şey, ‘kısa şiir' başka bir şeydir.)
Haikuyu bizim şiir geleneğimiz içinde yazmanın okur açısından bir risk faktörü oluşturabileceğini düşünmüyorum. Öncelikle haiku yazmıyoruz; olsa olsa haiku duyarlığından yola çıkarak, bu duyarlığı -sizin de belirtmiş olduğunuz gibi- kendi şiir geleneğimiz içinde dile getirmeye çalışıyoruz. Eğer başarabilmişsek, okura doğru-düzgün bir şiir sunmuşuz demektir. Öyleyse okur açısından bir risk faktörü niye var olsun ki? Okur açısından nelerin ‘kolaylaştırıcı’ olması konusuna gelince: Eğer sorunuzu doğru anladıysam, madem haiku duyarlığından yola çıkıyoruz, ama o duyarlığı kendi şiir geleneğimiz içinde işliyoruz, öyleyse okura bir bakıma ‘alışkın’ olduğu ‘şeyler’ veriyoruz demektir. Öyleyse okur niye zorlansın?
İlkiz Kucur: Son olarak şiirinizdeki soru işaretleri. Gündelik hayatın sözcüklerini alıp şiirinize yerleştirirken ne yapıyorsunuz da o soru işaretleri aydınlanıveriyor?
Sina Akyol: Dediğim gibi, gündelik hayatın sözcüklerin kullanarak yazmak bana iyi geliyor. Sorular sormayı, sorduğum sorulara yanıtlar vermeyi, bütün bunları yazmakta olduğum şiirin içinde yapmayı öteden beri sevmişimdir. Yaklaşık sizin ifadenizle, “ne yapıyorum da o soru işaretleri aydınlanıveriyor” a gelince: Bilmem ki, olsa olsa içtenlikli davranıyorumdur (sahiciyimdir demek daha doğru olacak); kendimi kasmadan yazıyorsam her şey yolunda demektir.
Sayı: 79, Mart / Nisan 2016
şair ve burcu
İLKİZ KUCUR
burcumun yalancısıyım
Boğa Burcu
sessiz denizlere vuran yıldızlar fısıldasın
yarın nerede karaya vurur hayatım
uzanıp tutabilsem milyonlarca yılını
gökyüzünün
bir perinin çubuğunda dağıtsam tozlarını
yanıp sönen parlaklığında
taşısam sizi toprağaIştar’ın sırtına sapladığı kılıcın çığlığı
Madrit sokaklarında kaybolan o son bakış
bütün kızgınlığını savuran boynuzlarındaulu Zeus’un bırakıp gittiği gölgesi
geleceğimi karanlık gecelere saklayan
dünya senin boynuzlarında mı sanırsın?
çoktan göçtü Olimpos Tanrılarının hükmüşehrin ışıklan öldürdü
bildiğim bütün takımyıldızlarını
neonlarda sahte hayatlarını sürdüren
yevmiyeli burçlar kaldı geriye
gazetelerin okunmayan köşelerinde
Sayı: 85, Mart / Nisan 2017
Doğan Hızlan ile Söyleşi
ELEŞTİRMEN VE OKURLARI:
Doğan Hızlan, Arife Kalender, Deniz Durukan, Emel Koşar, İlkiz Kucur, Nisa Leyla, Çağla Meknuze, Gonca Özmen, Ümran Ersin, Emel İrtem, Gülçin Sahilli, Hilal Karahan, Ruhsan İskifoğlu, Hülya Soyşekerci, Gülce Başer.
---
Doğan Hızlan: Necatigil, gelenekle yenilik arasındaki bağlantıyı Türk şiiri bağlamında kurmuş büyük bir usta. Yahya Kemal ile Ahmet Haşim ‘i unutmayalım.