Tembel Roman Kahramanları, Roman Kahramanları sayı 26
Felatun Bey ve Rakım Efendi, İlkiz Kucur
1859 yılında Ivan Gonçarov, Oblomov adlı romanı yayınlar. Oblomov bir soyludur ve hiçbir zaman hayata geçiremediği projeler üretir. Oblomov aslında miskin ve tembel Doğu'yu temsil eder, romanın diğer kahramanı Oblomov ‘un arkadaşı Stoltz ise çalışkandır, başarılı, planlı yaşar ve Batı'yı temsil eder. Bugün pek çok okur ve eleştirmen Oblomov ‘un dünya edebiyatının başyapıtlarından birisi olduğunu kabul etmektedir.
Bu romanın yayımlanışından 17 yıl sonra ise 1876'da İstanbul'da Osmanlı’nın Batılılaşma çabaları sonucu ortaya çıkan soylu sınıfının üyesi olup ne Batılı ne de doğulu olamayan aydın tipi İle Doğu'nun değerlerine sahip Batı eğitimi ve çalışkanlığını bu değerlerle birleştiren aydın karşılaştırmasının yapıldığı bir roman yazılmaktadır. Batı'nın ve Doğu'nun değerleri bu kez farklı biçimde karşılaştırılır.
Aynı zamanda ilk roman ve hikâye yazarımız olan Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey ve Rakım Efendi adlı romanından söz ediyorum. Daha kitabın adından anlaşılacağı üzere Felatun Bey Osmanlı’da soylu bir paşanın oğludur. Annesini Felatun Bey'in çocukluk yaşlarında kı / kardeşini dünyaya getirirken yitirmiştir. Evde kız kardeşine bakan yaşlı bir dadı, Rum bir hizmetçi ve Ermeni bir aşçı ile birlikte büyürler. Babası çocuklarının hiçbir isteğini geri çevrilmez.
Evdeki nüfusun çeşitliliği bile dikkat çekicidir. Babası tam bir Batı hayranıdır. Sırf bu yüzden Üsküdar'daki arazisini ve konağı satıp, Beyoğlu'nda büyük taş bir bina yaptırır. Felatun Bey adını Eflatun'dan alır. Eve özel ders veren Fransızca hocasının gelmesi eğitim için yeterlidir. Çocuklar âdeta bir moda dergisinin kapağındakilerle aynı şekilde giyinmektedir.
Felatun Bey de yirmili yaşlarının sonlarındadır. Doğunun kültürünü hazmetmiş, Batı'nın eğitim sistemini benimsemiş adı bile Meraki olan babası eşini kaybettikten sonra bir daha evlenmez çocuklarını kendisi yetiştirmek ister. Çocuklarının eğitimi için elinden geleni yapsa da ne yazık ki çocuklar öğrenmeye çok da hevesli değildir.
Felatun Bey'in de tıpkı Oblomov gibi "kâtip" olarak bir işi vardır. Ancak o da babasının büyük servetine güvendiğinden olsa gerek her gün işe gitmemek için bir neden yaratmaktadır. Haftada neredeyse toplam dört beş saat işyerine uğrar. Gittiği zamanlarda da kendisi ile birlikte vakit geçirecek dalkavukları etrafına toplar.
Ayda çalışmasa yirmi bin kuruş geliri olan bir babanın bir tek oğlu olup, kendisi ise filozofça düşünmek için gerçekten Eflatunlardan daha dakik bulurdu. Dünyada yirmi bin kuruş geliri olan adamın başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmayacağını hükmetmiş ve âlimlere yakışır olgunluğunu kendisi beğenmiş olduğundan Cuma günü mutlaka bir gezi bölgesine gidip cumartesi ise dünkü yorgunluğunu çıkarır ve Pazar günü gezi bölgesi daha alafranga olduğundan gitmemezlik edemezdi. Pazarın yorgunluğunu dahi pazartesi çıkarır. Sah günü Kaleme gitmeye hazırlanırsa da havayı uygun görünce Beyoğlu'nun bazı görülecek bölgelerini, baba dostlarını, arkadaşlarını ve saireyi ziyaret arzusu o günü de tatil ettirir. Çarşamba günü Kaleme gidecek olursa saat altıdan dokuza kadar olan vakti ancak o haftanın vurdulu kırdık hikâye bulabilip akşam için mutlaka iki dalkavukla gelir. Perşembe gecesini alafranga eğlence mahalle rinde geçirir. O gece sabahladığı için Perşembe günü akşama kadar uyur. Nihayet yine Cuma gelir ve işte bu bir haftalık uğraşı nasılsa diğer haftaların uğraşılan da yine aynı haftaları andırır.(s.13)
Felatun Bey okumayacağı halde yeni çıkan bütün kitapları alır. Onları alafranga olarak ciltletir, adının baş harflerini yaldızlı olarak işletir, tek farkla Ahmed Felatun olan adını A ve P olarak. P Eflatun'un Fransızcası olan Platon'un kısaltmasıdır.
Felatun Bey'in yeni bir kitaba karşı merakı oldukça fazladır. "Canım şöyle bir hikâye basılmış" dediler mi, Felatun Bey için "Onu görmedim" demek imkânsızdır. Hangi kitap çıkarsa çıksın satıcılardan kendisine daima kitap getirmeye alışmış olan, en evvel Felatun Bey'in kitabını götürüp Beyoğlu'nda ciltçi H.ye teslim eder." (s. 14)
Bu onun markasıdır. Bu arada söz etmemiz gereken bir de uşağı vardır. Kastamonulu
Felatun Bey alaturka yaşamda olmayan kadın erkek birlikte eğlenmesi, içki içmesini alafranga yaşamın nimeti olarak görür.
Mehmetçik. Efendisine Eflatun Bey diyemediği için Pantolon Bey diyen, Eflatun Bey'in babası Merakı Bey tarafından eğitilmek istenen, ailenin kullandığı Fransızca sözcüklerle başı dertte bir uşak.
Felatun Bey aynı zaman da çapkındır.
Delikanlıların hali çoğunlukla tiyatroda ortaya çıkar. Felatun Bey'i tiyatroda görenler, aileden sayılan kadınlar locasına girip de bir kimseye merhaba dediğine rastlamamışlar ve daima sahipsiz veyahut herkesi kendisine sahip tanıyan kadınların localarında kahkahalarla, kihkihlerle uğraşır bulmuşlardı, (s.75)
Felatun Bey alaturka yaşamda olmayan kadın erkek birlikte eğlenmesi, içki içmesini alafranga yaşamın nimeti olarak görür. Bu yetmezmiş gibi kumara başlar. Babasının ölümü nedeniyle artık çalışmadan elde ettiği gelir de kalmamıştır.
Romanın diğer kahramanı Rakım Efendi ise doğunun iyi değerlerine sahiptir ve Felatun Bey'in aksine yoksul bir ailede yetişmiştir. Bir yaşında babasını kaybetmiş bir yetimdir. Annesi ve Arap dadı tarafından çok zor koşullarda büyütülmüştür. Ortaokuldan sonra Dışişleri'nde kâtipliğe başlamıştır. Bunun yanın da pek çok ek iş yaparak hem kendisini yetiştirir hem de ek gelir elde eder. Sürekli okur, yabancı dil öğrenir özellikle de Fransızcası çok gelişmiştir. Edebiyatla yakından ilgilidir. İngiliz bir ailenin iki kızına verdiği özel ders ile ailenin güvenini kazanır.
Mantık, fıkıh Arapça, Farsça ‘da kendi kendisini yetiştirmiştir. Aradan geçen zaman içerisinde Fransızcadan kitap tercümelerine başlar. Serbest çalışarak daha fazla para kazanmaya başlayınca kâtiplikten ayrılır. Neredeyse hiç boş saati kalmayacak şekilde çalışmaktadır.
Onu büyüten Arap dadı için kendi öz çocuğu gibidir. Gelir durumu iyileştikçe evde tadilatlar yaparak evi güzelleştirir. Dadının da baskısı ile evlenmeye zorlanır ama kendisine uygun bir eş ile karşılaşmaz.
Tesadüf sonucu karşılaştığı bir cariyeyi satın alıp eve getirir. Canan adlı bu genç cariye çok yetenekli ve akıllıdır. Rakım onun eğitim alması için gereken desteği gösterir. Canan Fransızcadan edebiyata, ev işlerinden piyano çalmaya kadar hemen her konuda öğrendiklerini çok çabuk kavramaktadır. Piyano için özel hoca tutulur ve eve bir piyano alınır. Bir esirden çağdaş bir kadın yaratılmak istenmektedir. Oturup sohbet edebileceği, piyano çalan, Fransızca bilen ve çağdaş görünümlü bir kadın ile o zamana dek alışık olmadığımız Osmanlı kadın tipi yaratılmaktadır. Kadın artık esir değildir.
Öte yandan Canan'a tutulan piyano hocası Yazefino ile gizlice buluşup küçük kaçamaklar yapan Rakım Efendi ile Yazefino aynı zamanda çok da iyi birer dost olurlar. Yazefino, Canan ile aralarında adı konulmamış bir aşkın başladığını Rakım Efendi'ye söylediğinde önce itiraz eder. Aynı itirazı Canan dan da duysa da Yazefino her ikisine de bu durumu kabul etmelerini ve birlikte çok mutlu olacaklarını ayrı ayrı söyler. Yazefino, Rakım Efendi'nin hem en çok sevdiği dosttu hem de göğsünde dinlendiği sevgilisidir. Seviştikten sonra oturup Canan'dan söz edip onun erdemlerini ve yeteneklerini konuşurlar. Yazefino Canan'a açılması konusunda Rakım Efendi'ye baskı yapar.
İngiliz aile çok merak ettikleri Osmanlı yaşam biçimini Rakım Efendi'nin düzenlediği
Oturup sohbet edebileceği, piyano çalan, Fransızca bilen ve çağdaş görünümlü bir kadın ile o zamana dek alışık olmadığımız Osmanlı kadın tipi yaratılmaktadır.
Piknik ve evinde verdiği yemek daveti ile tanıma fırsatı bulur. Bu onların Batı ile Osmanlı yaşamı arasında bir değerlendirme yapmalarına yardım edecektir. Ve kuşkusuz İngiliz aile doğunun yaşamını kesinlikle daha anlamlı bulacaktır.
Rakım Efendi'nin bu arada başka hayranları da vardır. Evlerinde özel ders verdiği İngiliz ailenin iki kızı. Her ikisi de anne babaları gibi Rakım Efendi'ye hayran olmakla kalmayıp, birbirlerine bile söyleyemedikleri bir aşkla sevmektedirler. Ne zaman ki Rakım Efendi Canan ile evleneceğini açıklar ailenin büyük kızı yatağa düşer, ince hastalığa yakalanır.
Yoğun bir tedavi ve Rakım Efendi'nin konuşmaları sonunda Can iyileşir. Aile küçük kızlarının da hastalanmaması için onu İskenderiye'ye göndermeye karar verir. Onu yolcu ettikleri sırada aynı gemide Felatun Bey ile karşılaşırlar. İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Cezayir'de bir eyalette kaymakamlığa atanmıştır.
Felatun Bey, Rakım Efendi'nin bütün iyi niyetli uyarılarına rağmen kendi bildiği gibi yaşamış, kumar ve lüks içinde geçen sefahat hayatı parasızlıkla son bulmuştur. Çok büyük bir borç altında artık İstanbul'da yaşaması mümkün değildir. Birlikte olduğu tiyatro oyuncusu sevgilisi elinde avucunda ne varsa alıp onu terk etmiştir. Şimdi maaşı ile borçlarını nasıl ödeyebileceğini düşünmekte, hayatı boyunca hiç çalışmadan yaşamış birisinin endişeleri ile yola çıkmaktadır.
Romanın sonunda Rakım Efendi hem cariyesi Canan'dan hem de sevgilisi Yazefino'dan sahip olduğu çocuklarının mutluluğunu yaşamaktadır.
Roman baştan sona Doğu ve Batı'nın değerlerini sorgulamaktadır. Kahramanlardan Batı kültürü ve yaşam biçimini temsil eden Felatun'a "bey" denilirken, Doğu'yu temsil eden Rakım'a "efendi" denmiştir.
Felatun Bey in kimliğinde vücut bulan sahte bir saygı, lüks hayat, kumar, abartılı giyim ve kibarlık, eğlence düşkünlüğü doğa ve ulvi değerlerden yoksun çalışmadan yaşamayı ilke edinmiş sözde Batı tarzı yaşama biçimi Osmanlı’da yeni yeni ortaya çıkmaktadır.
Osmanlı’nın bu dönem küçük burjuva yaşamı hakkında, Stefenos Yerasimos Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye adlı eserinde şunları söyler:
Proletarya gibi küçük burjuvazinin de var oluşu Avrupalı girişimcilere ve sermayeye bağlıdır. Ama bu durum proletaryayı emperyalizme karşı mücadeleye yöneltirken, Osmanlı küçük burjuvazisini onunla kaynaşmaya götürür. Abdülhamid dönemi, Panislamizm ve Arap Müslüman erdemlerinin göklere çıkarılması ve göstermelikleri ardında, asıl Avrupa burjuva uygarlığını kent küçük burjuvazisine aşılayıp benimsetme çağıdır. Küçük zanaat ve ticaret adamlarının Avrupa'ya karşı görüşleri, çıkarları Avrupa'nın varlığına bağlı duruma geldikçe keskinliğini yitirir. Pierre Loti bize
Baudelaire okuyan, piyano çalan paşa kızlarını tasvir etmektedir.(1)
Tıpkı Ivan Gonçarov 'un yaşadığı dönemde Rusya'nın Batı'ya yaklaştığı, feodalizmden kapitalizme evrildiği, feodallerin yerini burjuvazinin almaya başladığı gibi Osmanlı da Tanzimat ile Batılılaşmayı öğrenmeye çalışmaktadır. Batı'nın düşüncesinden çok henüz üzerine tam oturmayan yaşam biçimini giymeye çalışan Osmanlı’nın soylu sınıfının içine düştüğü bu garip durumu Ahmet Mithat > Efendi Felatun Bey ve Rakım Efendi'de anlatır. 1 Üstelik doğunun değerlerini temsil eden Rakım Efendi'nin üstün niteliklerini sürekli büyük bir takdir ile anlatan İngiliz ailenin ağzından. | Doğu ile Batı arasındaki farkları anlatırken içinde yer aldıkları Batı'yı da eleştirterek. Son olarak unutmadan belirtmeliyim ki Gonçarov ‘un tersine bir yaklaşım görürüz Ahmet Mithat Efendi'de. Onda Doğu'nun değerleri, çalış i kanlığı Batı'dan daha üstündür. Eksik olan | Batı'nın bilgisi bu değerlere eklendiğinde mükemmel insana ulaşabiliyorsunuz. ■
(1) Yerasimos S, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, s.503504, Gözlem Yayınları, İstanbul, 3.Baskı, Nisan 1980
Ahmet Mithat Efendi, Felatun Bey ve Rakım Efendi, 2.Baskı, Araf Yay. İstanbul, 2013
Şanssız Bir Aydın Kadın: Handan, Yeliz İşitmir
Halide Edip Adıvar için Nesrin Tağızade Karaca şöyle der; "Yazarın medeni cesareti, hür iradeli şahsiyeti eserlerine de yansımıştır"(s.151). Handan da, Halide Edip'in bu özelliğinden nasibini hayli almış bir kadın kahramandır. Roman, mektup tekniğiyle yazılmış ve farklı ağızlardan 66 mektup barındıran bir eserdir. Başkahraman Handan ve diğer karakterler, farklı pencerelerden, bazen kendi ağızlarından, bazen düşmanca ve bazen fazlaca savunuldukları insanlar tarafından anlatılır. Böylece okurun daha çok seçeneğe sahip olduğu bir eser yaratılmaya çalışılmıştır.
Roman, istibdat döneminde yaşanmış bir aşk hikâyesidir. Refik Cemal'in, Neriman'la (Handan'ın teyzesinin kızı) evleneceğim arkadaşı Server'e anlattığı bir mektupla başlar. Olaylar gelişirken, Handan'ı öve öve bitiremeyen karısı ve onun kendisi Londra'dayken gönderdiği mektuplar sayesinde de Hüsnü Paşa’yla evlenmeden önce tanıştığı ve âşık olduğu Nazım adlı "vatansever" karakteri, onun Handanla olan öğretmenlik ilişkisini, Hüsnü Paşa’yla olan evliliğine dair detayları buluruz. Hikâye ilerlerken Handan ve Hüsnü Paşa'nın arası oldukça bozulur. Kendisine karşı yalnızca kadın olarak değer verildiğim bildiği evliliği, Hüsnü Paşa'nın metresleriyle birlikte daha fazla vakit geçirmesiyle, evini ve Handan'ı uzun bir süre terk etmesiyle Handan hastalanır. Bu arada Refik Cemal ve Neriman da Handan gibi yurt dışında yaşamaya başlamıştır. Bu hastalık sürecinde Handan'ın yanında yalnızca onlar vardır. Uzun süren hastalıkta, hafızasını kaybeden Handan, onun eşliğiyle gittiği hava değişimi ziyaretinde Refik Cemai ‘ye âşık olur. Refik Cemal de uzun zamandır aynı duygulan hissetmektedir. Ancak Handan hava değişimi sürecinde iyileşip, çok sevdiği
Neriman'ın kocasına âşık olduğunu anlayınca, yeni ve daha ağır bir hastalık süreci geçirerek ölür.
Nazım ve Handan
Nazım ve Handan, başta tamamen hoca- öğrenci ilişkisiyle birbirlerinin yanındadırlar. Nazım'ın rejimi değiştirmeye yönelik bir takım düşünceleri vardır ve Handan'la konuşurken onun da kültür ve bilgi düzeyiyle tam olarak öngöremese de aynı şeyi istediğini fark eder. Bu sürede Handan Nazım'a âşık olur, ancak Nazım'ın kararlı ve ciddi duruşu, onu yalnız bir öğrenci olarak gördüğü izlenimi yüzünden elinden bir şey gelmemektedir.
Eğitim süreci bitmek üzereyken. Nazım Handan'a evlenme teklif eder. Fakat bu teklifi, "maksadını gerçekleştirirken yanında bir yoldaş aradığı" gerekçesiyle yapması, Handan'ın gururuna dokunur. Nazım'ı reddeder. Hüsnü Paşa'yla evlenir ve Nazım siyasi nedenlerle girdiği hapiste, bu haberi duyunca intihar eder. Handan, Nazım'ın ona âşık olduğunu, yalnızca intihardan önce yazdığı mektupta öğrenebilir.
Hüsnü Paşa ve Handan
Handanla Hüsnü Paşa'nın ilişkisi, çok inişli çıkışlı ve mutsuzluk doludur. Refik Cemal onlarla ilk karşılaştığında sarmaş dolaş bir çift, diğer karşılaşmada toplum içinde kavga eden bir çift ve sonra yine başka başka çiftler görür. Çünkü Hüsnü Paşa için Handan yalnızca bir kadındır. Onun bilgi birikimi, güçlü duruşu, çevresindeki saygınlığı Hüsnü Paşa için bir şey ifade etmez. Handan, yedi yıl boyunca sakın -ya da en azından sabırlı- bir şekilde Hüsnü Paşa'yla evli kalır. Aile içi şiddete, aldatılmaya, aşağılanmaya göz yumması
ve ancak kocası onu gayrı resmi olarak terk ettiğinde hastalanması da sanki kadınlığını, dünyadaki yerini bu adamda aramış ve onun acı veren varlığını bile yokluğuna tercih etmiş bir görüntü oluşturmaktadır.
Refik Cemal ve Handan
Refik Cemal, Neriman’la görüştüğü ilk akşamdan itibaren, sürekli Handan ismiyle karşılaşır ve sanki bize bu buluşmayla ilgili bir ipucu verilmeye çalışılır. Refik Cemal henüz tanımadığı bir dönemde bile mektuplaştığı Server'e onu savunma ihtiyacı duyar. Karısı Neriman da sürekli Handan'dan bahsedip, onunla Refik Cemal'ın ne kadar iyi anlaşacağını belirtmekte bir sakınca görmez. Karşılaşma anlarından itibaren, Refik Cemal'deki bocalama hissedilmeye başlar. Ancak o, şefkatli, itaatkâr, sakin yaradılışlı güzel karısıyla sanki bir zıtlık yaratılırmışçasına güzel olmayan, zekâsıyla ön plana çıkmış Handan'ı, bilinçsizce sürekli Server'e karşılaştırmaktan başka bir şey yapamaz.
Roman boyunca, gerek Neriman'ın gerek Hüsnü Paşa'nın tutumu karşılaştırılarak aslında oldukça iyi bir çift olabilecekleri bize hissettirilen Refik Cemal ve Handan'ın buluşabilmesi için, Handan'ın kocasının ortadan kaybolması, Neriman'ın ikinci çocuğunu doğurduğu bir döneme girip halsizleşmesi, Handan'ın ise hafızasını tamamen kaybetmesi gerekir. Yazar, yaşadığı toplum ve bulunduğu konum nedeniyle, yaşanacak şeyi yalnızca bilinçdışı bir ortamda gerçekleşebilir kılmıştır. Handan için, otobiyografik bir eser olduğu iddiası hep var olmuştur. Rıza Tevfik Bölukbaşı'nın romandaki bazı Nazım-Handan sahnelerini bizzat yaşadığını iddia etmesi ve yine onun edebiyat ve felsefe hocası olması bunlardan birisidir. İlk eşinden bir kadınla daha evlenmek istediğini söylemesi üzerine boşanması da Hüsnü Paşa'yı akla getirmektedir Bunlar ve yine yakın benzerlik öğeleri nedeniyle pek çok kaynakta da, Handan otobiyografik eserler başlığı altında incelenmektedir. Fakat Halide Edip Mustafa Baydar'la yaptığı bir konuşmada iddiaları yersiz kılan şu yanıtı verir: "Hiçbiri kendim değildir. Fakat her kadın karakterde bütün kadınlarda az çok bulunan bir hususiyet olabilir. Erkek veya kadın bütün insanlarda müşterek vasıflar vardır. Sadece kendi hislerini ele alarak yazan romancı, maskeli otobiyografi yazıyor demektir."(s.9)
Psikolojik-sosyolojik bir eser olan Handan'da, Halide Edip, kadının ve bilginin ne kadar birbirine zıt nesneler olarak yorumlandığını anlatır. Kendini gerçekleştirme çabasında bile bir şeylerin arkasına saklanmak, hoca olarak uç bir adamla tanışmak ya da cinsiyetini yaşatabilecek kadar güçlü olan erkekle evlenmek gibi zorunluluklara boğduğu hayatını, kendisini oluşturmaya çalışırken yok etmiş bir buhranlı kadın olarak yorumlamak mümkündür. Fakat Handan, bilgiye ve aydınlığa aç bir kadın olarak, hayata tüm varlığıyla tutunmaya çalışmış, kısa ömründe uzun acılar çekmiş ve hayatı için buna cesaret edememişse de, hikâyesinin başkahramanı olmuş talihsiz bir kadındır.
Kaynakça
Adıvar, Halide Edip. Handan. İstanbul: Can Yay., 2014. Baydar, Mustafa. Edebiyatçılarımız Ne Diyor. İstanbul: Ahmet Halit Kitabevi, 1960.
Kaplan, Mehmet. Edebiyatımızın İçinden. İstanbul: Der-gah Yayınları, 1978.
Karaca. Nesrin Tağızade. Edebiyatımızın Kadın Kalemleri. Ankara: Vadi Yayınları, 2006.